30 Temmuz 2007

ne öğrettiysen hepsini yaptım...


geçen gece çocuk hastaydı. ilacı bitmiş, almak için dışarı çıktım. sağa sola saldırıp nöbetçi eczane arıyoruz. birden durup dururken içim cız etti. bi baktım gene aynı karın ağrısı. öyle özlemişim ki seni. dönerken bi meyhane gördüm. bi tek içeri girdiğimi hatırlıyorum bi de rakıya yumulduğumu. arkasından en az dört cigaralık…sonra gözümü bir açtım karşıdan karlı dağlar geçiyor. bi daha açtım başımda bi çocuk: “kalk abi.” diyor “kars’a geldik.” otobüsten indim, yürümeye başladım. dedim, allah’ım nerdeyim ben? burası neresi? sonra güç bela burayı buldum. kapının önünde durup düşündüm. dedim bekir, bu kapı ahiret kapısı. burası sırat köprüsü. bu sefer de geçersen bi daha geri dönemezsin. iyi düşün dedim. düşündüm, düşündüm…ama olmadı, dönemedim. sonra, bak oğlum dedim kendi kendime. yolu yok çekeceksin. isyan etmenin faydası yok, kaderin böyle. yol belli, eğ başını usul usul yürü şimdi.


-nasılsın şükran teyze?
-iyiyim bekir...
-iyi iyi... iyi olmayıpta napıcaz... iyi olucaz be iyi...

29 Temmuz 2007

Kim Ki Bu...

Uzunca zamandır izlemek istediğim filmleri bir kaç gece ard arda izledim... Üç filmin yönetmeni de Güney Kore`li Kim Ki Duk. Yönetmenin ülkesini filmlerini izlemeden önce de kendi ülkeme ciddi oranda benzetiyordum, filmlerinden sonra bu fikrim daha da pekişti, ekonomik gelişimlerinde de, para kazanmayı umduğum tekstil sektörleri olarak ta Türkiye ile ciddi benzerlikleri var G.Kore`nin. Son 10 yılda bizim ülke olarak ilerleme konusunda kaybettiğimiz zaman olmasaydı şu anda aynı gelişmişlik noktasında olduğumuzu iddia edebilirdim hatta. lakin sağolsun ki paşalarımızın... neyse, susayım zira burası terbiyeli bir blog...

İlk izlediğim film Bin Jip, 2004 yapımı ki bildiğim kadarıyla yönetmenin en popüler filmi. "Boş Ev" adıyla ülkemizde de vizyona girdi. Konusu başroldeki gencimizin "bir şekilde" boş olduğuna kanaat getirdiği evlere girip konaklaması ve bu sırada da evin temizlik, bakım gibi işlerini yerine getirmek suretiyle karşılığını bırakmasından ibaret. Girdiği evlerin birisinde kötü muameleye maruz kalan bir kadınla tanışır ve olaylar gelişir... lakin bu tanışma bildik "nice to meet you" kıvamında gelişmez şüphesiz. yönetmen film boyunca oyunculara neredeyse konuşma yasağı getirmişçesine sessiz oynatıyor... Bu noktalarda yönetmenin görüntü konusunda ne kadar usta olduğunu görüyoruz, sahnelerde konuşmaların eksikliğini izleyiciye fazla hissetmiyor zira görüntüler gerekli duyguyu fazlasıyla veriyor...( uykusu olmayana ) o nedenle, bu filmle de beraber yönetmenin bütün filmlerinin oldukça dinçken izlenmesini tavsiye ediyorum aksi durumda filmden tatminsiz şekilde uykuya doğru yollandığınızı hissedersiniz...



Diğer film Shi gan,2006 yapımı. kelime anlamı "zaman" olan film, yönetmenin tarzının nispeten dışına çıktığı bir yapım. Yine bir erkek-kadın ilişkisini merkeze oturtsa da bu sefer görüntülerle beraber oyuncuların da neler hissettiklerini rahatça dile getirmelerini istiyor ve diğer filmlere kıyasla oldukça "gürültülü" bir filme imza atmış oluyor. Ayrıca film son dönemde ülkemizde de yükselen taleple beraber halk arasında dahi popülerleşmeye başlayan estetik ameliyatlar konusuna da değiniyor, ki bunların G.Kore`de bizdekinden çok daha rahatça uygulanabilir olduğunu filmde görüyoruz. Daha önce başka yerlerden de okuduğum üzere uzak doğulu kadınlar estetik ameliyat konusunda oldukça gözükaralar. Filmin konusu ise ; sevgilisinin kendisinden sıkıldığını düşünen, bu nedenle de haddinden fazlaca kıskançlaşan kızın,habersizce estetik ameliyat olarak yüzünü değiştirtmesi diyebiliriz. Daha fazlası spoiler icerebileceginden bu noktada konudan bahsetmeyi keselim, İlişkiler konusunda yönetmenin söyleyeceği çok şeyinin daha olduğunu düşünüyorum şahsen. zira değindiği konular oldukça derin ve her birinden oldukça doyurucu hikayeler çıkartmayı biliyor.

Bir diğer kim ki duk filmine geçerken imrendikleri beyaz camdaki insanlara bakıpta kendi hallerinin kötü olduğunu düşünen,doğallık yerine türlü yapaylıklarla kendilerini şekilden şekile sokan, tüketim çılgınlığı yüzünden en sonunda kendilerini de tüketmeye başlayan bireylerden olmamamızı diliyorum...


Bom yeoreum gaeul gyeoul geurigo bom, yani; "ilkbahar, yaz, sonbahar, kış ve ilkbahar" diğer Kim Ki Duk filmi ise 2003 yapımı buralarda gösterime girdiğinden şüpheliyim lakin filmi izlemeyenlerin neler kaçırdığından biraz bahsedeceğim, film batılı medeniyetlerin bir yandan coca cola içip televizyon seyrederken "ah biz de bunlar gibi yaşasak keşke" dedikleri "keşiş" hayatından bahsediyor. Merkeze koyduğu bu konudan hareketle böyle bir hayatın da üzerinden kadın-erkek ilişkisinden ve özellikle erkeğin içgüdülerine nasıl yenik düştüğünden dem vuruyor. Sonsuz huzura kavuşmak isteyen bir gencin hayatına giren bir kız yüzünden hayatının aldığı şekil ve sonuçlarını muhteşem bir görsellikte, fotoğraf sergisinde gezermiş gibi seyrediyorsunuz.

Yönetmenin izlediğim filmleri arasında en az konuşarak en fazla şey anlattığı filmi budur zannımca...

17 Temmuz 2007

Stand by me

Filmin ismi hemen akla şarkısını getiriyor... Film enteresan şekilde son zamanlarda sık rastlamadıgım işi yapıyor ve hikayesi boyunca aşktan bahsetmiyor... evet resmen görmezden geliyor... iki insan arasındaki aşktan bahsediyorum... başrollerin çocuk olmasının da etkisi vardır şüphesiz ama çocukların yaşadıkları aşkın da sömürüldüğü nice film izledim ben... bu arada aşka dokunmayarak belki de bize de büyük iyilik yapıyor, geriye kalan ne varsa her türlü giydiriyor... ebeveyn ilişkilerinden kıskançlığa, arkadaşlıktan kötü alışkanlıklara, mücadeleden korkuya kadar... filmi izlerken bir çok sahnede eski arkadaşlıklarınızı hatırlıyor ve neden eskisi gibi olamadığınızı sorguluyorsunuz, ki bunu yapabilmenize neden olan bir film başarılı bir yapımdır gözümde...

ps.film stephen king`in ceset adlı bir öyküsünden 1986 yılında uyarlanmış,dolayısıyla filmde bir çok populer oyucunun genclik hatta ergenlik hallerini görebilirsiniz...örneğin kendisini çook begendigim John Cusack`i ve ayrica Kiefer Sutherland`i... bu sıcak eski doğal samimi ve gerçek filmi çok sert şekilde tavsiye ederken, imamın önerisine uymayarak, uyuyorum(cinası seviyorum...)

15 Temmuz 2007

Pulp

İnternette origami sitelerini gezdim ...bir kaç kolay hayvan figurunu denemeye karar verdim ,cevremde bulabildigim tek kagıt parcası-gazetenin cozulmemis bulmaca ekiydi," kestim bictim tek kaldım" geldi aklıma... gazeteyi A4 boyutuna getirmem gerekiyordu oncelikle. ben de uygun bicimlerde katlayarak, dilimle ıslatarak makas kullanmadan A4 boyutunda kagıt elde etmeye calıstım, o sırada eski bilim teknik`lerin birinin merak ettikleriniz kosesinde sorulmus olan "gazeteleri neden boyuna yırttıgımızda gayet duzgun yırtabilirken enine yırttıgımızda carpıklıklar olusuyor?" sorusu ve cevabı geldi aklıma: "cunku kagıdın uretimi sırasında seluloz lifleri boyuna dizilmis" oluyordu, bu da boyuna koparırken duzgun yırtabilmemizi saglıyordu...aynı zamanda artık zarfları dilimizle ıslatarak kapatmadıgımızı dusundum,hatta artık zarf falan da kapatmıyorduk, sadece "tık"lıyorduk... sonra son zarfımı ogrenim kredisini kestirmek icin ankara kyk merkezine gonderdigimi ,ve de oraya pul yapıstırmak icin yaladıgım pulu dusundum. ne cok gereksiz seyi aklımda tutuyorum dedim, sonra gereksiz bilgi olmadıgı ve daha baska gereksiz seyler geldi aklıma; dayımın soyledigi mutfak lavabosuna fazla guvenmemiz gerektigi, kolay coktukleri gibi... bunun icin lavabo kullanım onerileri... gereksizlerdi gercekten... dayım da ilgincti.. insan yaslandıkca emeklilikle beraber bazı seyleri gereginden fazla kafasına takıyor oluyordu... ben de oyle olmustum; aylardır evde yaslı bir emekli gibi oturuyordum ne de olsa o yuzden her seyi kafama takmam normal karsılanabilirdi... bunları dusunurken hazırladıgım gazete kagıtlarını ekranda ki talimatlara uygun olarak katlamaya calıstım, bir yandan cıkarttıgım seslerin evin diger odalarından duyup duyulmadıgını dusunuyordum, herkes uyuyalı uzun zamna oldugundan uyanmazlar deyip devam ettim... yavas yavas figur ortaya cıkıyordu, lakin resimdeki kadar kusursuz gorunmuyordu hele ki uzerinde bulmaca kareleriyle... sonra netten daah kompleks figurleri inceledim.. adamın birisi 500 adet 5£ kullanarak 2500£ maliyetli bir figur yapmıstı,cok guzel gorunuyordu suphesiz,paralar da... sonra aslında dunyanın en degerli hediyesinin bir origami figuru olabilecegini dusundum, uzerinde kisinin emegi de maddi imkanları da fazlasıyla vardı ne de olsa...bi gun bu fikri kullanırım belki deyip zihnimin arkasına attım... acıktım mutfakta meyve suyu ve halley buldum... evet bu halley`inde gelisimimde ya da gelismememde ne kadar onemli oldugunu dusundum... ogrenciyken de bunların 10`lu paketlerinden fazlasıyla tuketmistim... bir kuyrukluyıldızdan almıstı adını sanırım, zamanında köyde otururken milliyet gazetesinin halley kuyruklu yıldızıyla ilgili verdigi kitabı okumustum, tek bir satırını bile hatırlamıyordum... o zamanlar dunyaya yakın gecmisti herhalde... sonra dislerimi ne kadar zamandır fırcalamadıgımı dusundum,neredeyse 35 saat olacaktı... oysa o kadar da kotu gorunmuyorlardı aynada... ayna... sacımdaki beyazları yakaladım yine... bu sefer kaybetmeye niyetim yoktu.. agzımda dis fırcası arkada ki cımbızı aradım, buldum ve dikkatlice, ama agzımda ki köpükleri lavaboya akıtarak kurtuldum o iki telden... artık daha genctim... ayna yuzunden bu sefer de acaba daha ne kadar sakallarımı kesmeden yasayabilirim diye dusundum.. yakınlarda muhim bir gorusmem, onemli bir aile toplantısı ya da özel gün görünmüyordu... acaba askeriyede ki ilk sınava sakallı gidebilir miydim... ne de olsa henuz asker sayılmazdım... işimi garantiye alıp o gun kesmeliyim dedim... gunumun onemli zamanını askerlikle ilgili entry,site, bilgi okuyarak geciriyordum... olayı buyuttugumden degil de merak ediyordum nelerle karsılasacagımı, ki zaten hic bir yerden de kalıcı ya da tutarlı bir sey ogrenmedim... herkes baska seyler soyluyordu... bu sayede de, ne ile karsılasırsam karsılasayım, sasırmayacak hale geliyordum... derken saatin 4 e geldigini gordum, artık biraz daha cm oynayıp uyumalıydım... google`a "sıkıldım" yazınca cıkan resmi buldum,upload ettim, yazıyı yazdım, sızdım...

*bukowski`ye saygılarımla...

14 Temmuz 2007

İyiyim, iyi...


Sigara dumanina, sirt sirta vermis iki kisinin bir duvarin iki yaninda durusuna, yumeji's theme calarken merdivenlere, yagmur damlalarina kilitlenen wong kar wai kamerasi.. ask her zaman soylenmeli mi yoksa hic dile getirilmemeli mi bir delige sir olarak fisildanip sonsuza kadar hapis mi edilmeli.. maggie cheung'un camda dururken, cicekli elbisesi, elindeki cicekli bardak, cicekli perdeler, arkadaki cicekli abajur, her sey bir inceligi bir zarafeti mi yansitiyordu.. her kare her nota her harekeket askin inceligini, kirilganligini mi gostermek istiyordu.. baslarda siradan bir tip gibi gorunen adamin film ilerledikce asik olunasi bir karaktere donusmesi, merdivenlerde karsilastikca kacamak bakislardan oteye gitmeyen iletisim.. adamin pesinden singapura gidip de sadece oteldeki odasinda o yokken saatler geciren kadin, hangi histir ki aska ulasmanin otesinde bunun zevkine varmakla yetinir..


Haluk Bilginer gayet iyi... Film oldukca hareketli, beklenmedik zamanlarda beklenmedik olaylar oluyor... hatta filmin sonu da beklendik sekilde bitmiyor... Özgü Namal`a karşı son dönemde ilginç bir sempati beslemeye başladım... Oynadıgı filmleri de bununla beraber başarılı buluyorum... Meşhur olmasında önemli pay sahibi olan diziyi izlememiş olsam da geç te olsa kendisiyle daha adil ve gerçekçi bir mecra olan sinemada tanıştık, şimdilik ilişkimiz iyi gidiyor... Beynelmilel`de de begenmiştim... Sadece fiziği değil rolleri almasını sağlayan, bunun dışında bir büyüsünün olduğunu da düşünüyorum... Film bir polisi konu alıyor gibi gorunse de bir aksiyon filmiyle yakından uzaktan ilgisi yok, tamamen insan davranışlarına egilmeye calısan cok samimi ve basarıyla cekilmis bir film. Yonetmen Onur Ünlü tv de yetişmiş cesitli dizilerde gorevler almış bir adammış... demek ki tv denilen platform, dolaylı da olsa boyle sanata katkıda bulunabiliyormuş, bir daha küfretmeyecegim...


Punch Drunk Love; enteresan yönetmenin bir o kadar enteresan filmi... Türü basit bir romantik/komedi olsa da filmin ilerleyişi gayet sıradışı ve olaylar pek te bildigimiz sekilde ilerlemiyor... boylece de yonetmen diger filmlerden farkını da ilerleyen dakikalarda ortaya koymus oluyor... Basroldeki karakter basit bir looser olarak gorunmesine ragmen filmin sonunda bu fikir sabit kalmıyor ornegin... Adam Sandler gayet iyi bir performansta izledim dogrusu,aksi durumda kendisinden bu denli hazzedecegim aklıma gelmezdi... Bildiginiz yasayış biçimlerinden farklı bas rollerle gayet eglenceli ve yer yer komik bir film Punch-Drunk Love...

13 Temmuz 2007

Photoshopla sadece selülit alınmaz...









08 Temmuz 2007

USA vs CHINA

Elizabethtown filmi son derece fazla şey anlatma derdine düşen, lakin bu sırada izleyicinin hemen hic birisine girmesine izin vermeyen bir anlatıma sahip, yönetmen Cameron Crowe ki Vanilla Sky`da da filmi enteresan yürüterek (fazla uzun süren son bölüm) benden olumsuz puan almıştı...(eleştirilerim Hollywood bacasız sanayisi tarafından ilgiyle takip edilmekte, farkındayım) Bu filmde de yine Tom Cruise yapımcılığında ve son derece zengin kadroyla cekilmiş... Kısacası maddi sorun ya da castta bir problem olmadıgı bariz, lakin işin senaryo kısmı biraz sancılı, zira film romantizm yapmaya calısırken aynı anda birden fazla konuya girdigi ve bir cogunu toparlayamadan bıraktıgı ya da sonlandırdıgı icin seyirci de hikayeye adapte olamıyor, bunu saptayan sadece ben de degilmişim izleyenlerin önemli kısmı bu sekilde dusunuyormuş...
Bardagın dolu tarafına gelirsek, filmin özellikle ikinci bölümünde ortaya cıkan Kirsten Dunst ve Orlando Bloom arasındaki diyaloglar oldukca iyiler... Filmin romantik yanının ayyuka çıktıgı anlarda filmin müzikleri de etkiyi katlıyor ve ortaya keyifle izlenecek bi ilişki çıkıyor. Filmin önemli anlarından biri olan telefonla konuşma sahnelerini izlerken büyük keyif aldıgımı belirtmeliyim...
Sözün özü benim yaptığım gibi büyük beklentilere girmeden (Garden State benzetmesi yapılmıştı filme) izlenebilecek, ara ara pik yapan diyaloglarından keyif alınabilecek, sizi yolculuk konusunda harekete gecirebilecek hoş bir yapım diyebiliriz film için nokta

Chungking Express filminin türkçe adını tam olarak bilmesem de, soz dönemde izlediğim başarılı yapımlardan oldugunu söyleyebilirim. konusu kısaca: sevdiği kızın adı olduğu için (may) sürekli son kullanma tarihi 1 mayıs olan konserve yiyen bir erkeğin(aynı zamanda kahraman sürekli stadyuma giderek koşmaktadır, bunun nedeninin sorduklarında ise 'çok koşup terliyorum ki ağlayacak yaş kalmasın vücudumda' demiştir) , hep aynı şarkıyı(California Dreamin`) dinleyen bir kızın hikayesi diyebiliriz.

Filmde iki ayrı hikaye sırayla anlatılıyor. Bu uzak doğu sinemasının bir başka güzide örneğinde hikayeler cok yerinde bir sekilde anlatılıyor(bkz:yerinde anlatmak) Oysa eger bir karşılaştırma yapacaksak yukarıda bahsedilen büyük bütçeli, bol yıldızlı filmin eksiği bu filmde tamamlanmış görünüyor.

Yönetmen Wong kar wai (aka. in the mood for love) hollywood`lu yönetmenin düştüğü hataya düşmeyerek, sadece oyunculara güvenmiyor-senaryoyu perdeye taşırken arada kopukluk yaşanmasına izin vermiyor.

Israrla tavsiye edilir nokta nokta nokta

05 Temmuz 2007

"Masaüstün ruh halini yansıtır" saçmalığı...

Tatil sonrası masaüstü...

"Telefon faturası ayarı" sonrası kendine ceki duzen verme sekansı ve ardından masaüstüm...
bir de sınıfta kaldıgımı ogrendim bugun...
dahası yakında...